Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi’nin 5. Kuruluş Yılı’nda konuştu: “Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız, Savunma Bakanımız ve MİT Başkanımız Suriye’deki son gelişmelerde doğru bir söylem ve eylem çizgisi takip etmişlerdir!”

Dünya

Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi’nin 5. Kuruluş Yılı’nda konuştu: “Cumhurbaşkanımız, Dışişleri Bakanımız, Savunma Bakanımız ve MİT Başkanımız Suriye’deki son gelişmelerde doğru bir söylem ve eylem çizgisi takip etmişlerdir!”

#GelecekPartisi @GelecekPartiTR Genel Başkanı

/ 62., 63., 64. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri Başbakanı

Prof. Dr. #AhmetDavutoğlu @Ahmet_Davutoglu‘nun 5. Kuruluş Yılı Konuşması:

5 yıl önce çok zor şartlarda siyasete yeni bir soluk olmak üzere Gelecek yolculuğuna el ele, yürek yüreğe çıkan değerli dava arkadaşlarım,

Bizleri ekranları başında izleyen diğerleri vatandaşlarım,

Hepinizi saygıyla ve muhabbetle  selamlıyorum. Beşinci yılımız hayırlı, toyumuz şen olsun.

 Beş yıl içinde kaybettiğimiz dava arkadaşlarımızı rahmetle anıyor, her düzeyde emek veren bütün teşkilat mensuplarımıza ve ailelerine teşekkürlerimi sunuyorum.

“Elif’e bak, her şeyin sırrı onda saklıdır” der Mevlana

Benim hayatımın felsefesi de bu sözde saklıdır. İlim hayatında iken kütüphanemde, devlet görevlerindeyken özel odamda hep Sare Hanımın seçtiği bir Elif hattı olurdu. Her toplantıya girerken, her cümleyi yazarken, her hitaba başlarken de önce bir an gözlerimi kapatır Elif hattını düşünürüm.  

Bazılarına göre basit ve düz bir çizgidir elif; ama yine Mevlana’nın deyişiyle “Elif bir çizgidir, ama bu çizgi sonsuzluğu ve Allah’ın varlığını işaret eder.” Elif, her şeyin başlangıcıdır. Elif, birliğin, aşkın ve hakikatin sembolüdür.”

İlim hayatında hakikat arayışında elif gibi olmaya, siyaset hayatında elif gibi kalmaya gayret ettim.

Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenerek siyasete girdiğim günün sabahı Hacı Bayram-ı Veli’nin çilehanesine girip secdeye kapanıp “Rabbim huzurunda mim oldum; zalimlerin karşısında beni Elif kıl”  diye dua ettim.

Başbakan olarak önüme gelen her devlet evrakına kul hakkına girmek korkusuyla “Rabbim kalemimi Elif kıl!” diye dua ederek imza attım.

Milletimi ve devletimi temsil göreviyle girdiğim her salonda “temsil ettiğim bütün değerler adına başımı dik, görüntümü Elif kıl!” diye dua ettim.

Başbakanlığı bırakma kararı aldığım Miraç gecesinin sabahında “Rabbim güç hırsının ve nefsimin karşısında ruhumu Elif kıl” diye dua ettim.

Zor şartlarda Gelecek Partisi’ni kurarken “Rabbim bana güç, makam, unvan ve para karşısında eğilmeyecek Elif şahsiyetli refikler nasip et!” diyerek yola çıktım.

Bugün baskı yapanın baskısından, kınayanın kınamasından,  korkmayarak beş yıldır refik olmanın hakkını veren Elif siyasetçilerine selam olsun!

Siyasi ahlak dediğimde “Hocam bazı çıkar ilişkileri siyasetin doğasında var, bu kadar sert olma, fincancı katırlarını ürkütme dediler”

Elifi hatırladım; fincancı katırları ürksün ama Elif gibi olayım dedim!

Yolsuzluklarla ve siyasetteki ahlaki çürümeyle mücadele için neşteri elime aldığımda “biraz zamana bırak bu işleri hocam” dediler;

Elifi hatırladım ve “ya o zamana kadar ölürsem, nasıl hesap veririm Rabbime” dedim ve neşteri elimden atmadım!

“Hakkında iftira makinası gibi büyük fonlarla çalışan trol çeteleri organize edildi, yapma geri çekil” dediler!

Elifi hatırladım ve “ben milletimin vicdanında elif gibi durayım o vicdan beni korur” dedim.

“Bak işte yapayalnız kaldın!” dediler!

Hz. Hüseyin’in Kerbela’da Elif gibi yürüyüşünü hatırladım, içim ürperdi ve “zaten Elif başka hiçbir harfe eklemlenmeden tek başına yazılır” dedim!

Gazze’de  direnen kahramanların yanında kararlı bir duruş sergilediğimde “terörle işbirliği yapmakla itham edildim”

Elif gibi dik durarak Mescid- Aksa’yı ve Filistini savunan İzzeddin Kassam’ın torunlarına selam olsun dedim.

O zaman anladılar İzzeddin Kassam’ın bir terörist değil Anadolu yiğitleriyle birlikte sömürgeciliğe direnen bir Osmanlı askeri olduğunu.

“Suriye konusunda hata yaptın, diz çök önümüzde ve özeleştiri yap” dediler!

Elifi hatırladım ve “zulm ile abad olunmaz! Zalimlerin mazlumlar karşısında yenilmesi mukadderdir” dedim.

Bugünleri gösteren Rabbime hamd, zulmün karşısında Elif gibi dimdik duran Suriyeli kardeşlerime selam olsun!

Değerli kardeşlerim;

Şimdi Elif siyasetinin bugünkü karşılığı birlik siyasetidir. “Tek”lik Allah’a mahsustur, birlik kullara!

Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun, herkesi birlik siyasetine davet ediyorum!

Çünkü dünyadaki jeopolitik fay hatlarında gaz birikmesinin patlamak üzere yoğunlaştığını görüyorum!

Son birkaç hafta içinde Filistin’den Lübnan’a, Güney Kore’den Gürcistan’a,  Ukrayna’dan Suriye’ye yaşadıklarımıza bakınız!

2020 yılında Cambridge University Press tarafından yayınlanan kitabımın başlığı “Sistemik Deprem”di. Bu kitapta Soğuk savaş dönemi jeopoltik fay hatlarının tekrar harekete geçtiğini, başta BM olmak üzere uluslararası örgütlerin ise bu fay hatlarının kırıklarını rehabilite etmekte yetersiz kaldıklarını örneklerle anlatmış ve acil olarak alınabilecek reform tedbirlerini teklif etmiştim.

Arkadaşlar! Sistemik depremin tam da merkezindeyiz.

Yanıbaşımızda dünyanın gözü önünde yaşanan bir soykırım, yaşanan ve yaşanabilecek savaşlar, fiilen çökmüş devletler var!

İşin daha da vahimi, bu fay hatlarının oluşmasında baş sorumlu olan küresel güçlerin başlarında popülizm için her türlü macerayı göze alabilecek irrasyonel liderler var. Daha göreve başlamadan “Ortadoğu’ya cehennem vaad eden” ABD Başkanı’nından, Ukrayna’da her an nükleer silah kullanabileceklerini söyleyen Rusya Devlet Başkanı’na, Uluslararası Ceza Mahkemesince hakkında soykırım suçlamasıyla tutuklama kararı çıkan İsrail Başbakandan, İsrail’in Gazze’deki soykırımına fütursuzca destek veren eski sömürgeci ülkelere kadar her yerde küçük bir alevi büyük bir yangına dönüştürebilecek çapta insanlık vicdanından ve tarih bilincinden yoksun yönetimler var!

Her an büyük jeopolitik depremlerin tetiklediği tsunamilerin oluşma ihtimali varsa iktidar ve muhalefetteki bütün siyasilerin, hangi görüşten olursa olsun bütün aydınların üzerinde ağır bir sorumluluk vardır.

Bu sorumluluk nedir?

Yine hepimizin yakından bildiği ve büyük acıların yaşadığı deprem örneğinden hareket edelim.

Depremler niye büyük kayıplara sebep olur?

En basitiyle “Ya zemin fay hattı üzerindedir, ya da binanın temeli, harcı, kolonları sağlam değildir”!

Şu gerçekle yaşamak zorundayız; Coğrafya kaderdir ve binamız yani ülkemiz  tarih boyunca oluşmuş jeopolitik fay hatlarının tam üzerindedir!

Coğrafya kaderdir, değiştirilemez! Ancak şunu bilelim ki aynı jeopolitik, vatan kıldığımız bu coğrafyayı dünyanın en değerli mekânı kılmaktadır.

Bu değerli mekânı jeopolitik bir risk alanından çıkarıp büyük bir stratejik değere dönüştürecek olan şey ise binamızı güçlendirme feraseti gösterecek bir siyasettir.

Millet harcımızı ve devlet binamızı Elif gibi dimdik ve sağlam kılmadan bu sistemik depremin yıkımından kurtulamayız.

Bugün herşeyden daha çok binamızın ruhunu temsil eden millet harcımızı karmaya, bedenini temsil eden devlet kolonlarımızı güçlendirmeye ihtiyacımız var.

Tarihin akışını şekillendirecek Güçlü Türkiye’yi bu şekilde kurabiliriz.

Gelecek Partisi’nin kuruluş felsefesini ve programını bu çerçevede yeniden yorumlama sorumluluğu da bizi beklemektedir.

İktidar ve muhalefet olduklarına bakmaksızın kim millet harcımızı ve devlet binamızı güçlendirme yönünde adımlar atarsa onun yanında kim zaten kırılgan olan binamızı daha zayıflatmaya çalışırsa onun karşısında olacağız.

Gün küçük hesapların değil, büyük vizyonların günüdür.

5 yıl önceki kuruluş törenimizdeki konuşmamda da vurguladığım gibi “şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı güçlendirmek, esaslı muhasebeler yapıp isabetli dersler çıkarmak ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları atmaktır.”

O konuşmada partimizin hedefini “dünyada otoriter ve popülist eğilimlere yöneliş̧ olduğu bir dönemde kendi özgür iradesine malik, onurlu ve başı dik insanların yaşadığı bir ülke inşa etmek” olarak tanımlamıştık. Bugünkü dünya tablosuna baktığımızda bu ihtiyaç çok daha fazla artmış, bu hedef çok daha derin bir anlam kazanmıştır.

***

Her tür depreme ve tsunamiye karşı binamızı ayakta tutacak olan temel unsur ortak aidiyet bilincidir.

Yörük geleneğinde kara çadırı ayakta tutan direğe “Orta Direk” denir. Milleti fırtınalara karşı ayakta tutan da ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek bilincine dayalı ortak aidiyet bilincidir.

Bu “orta direk” çöktüğünde milletin birleştirici ve kuşatıcı bağları çözülür.

Soğuk savaşın en keskin ve sert jeopolitik kutuplaşmasının yaşandığı yetmişli yılları hatırlayın.

Türkiye’nin en hassas fay hatlarını kurcalayan güçler Kürt vatandaşlarımızın sorunları üzerinden daha sonra neredeyse yarım asrımıza mal olan terör olgusuna, Alevi vatandaşlarımızın sorunları üzerinden yüreklerimizi dağlayan Kahramanmaraş ve Çorum olaylarının yaşanmasına sebep oldu.

Peki, açık konuşalım!

Bu gerilimlerin sorumlusu bu hassas noktalarımızı karıştıranlar mıdır yoksa bu sorunları insan hakları temelinde ortak aidiyet bilinci ile çözmeyi sürekli erteleyenler midir?

12 Eylül otoriter cuntası bu sorunların üzerinden “bir oradan bir buradan” gençleri idam sehpasına göndererek silindir gibi geçtiğini zannetti.

Ne oldu peki?

Soğuk Savaş sonrasında başta Demir Perde’den kurtulan Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyada ekonomik genişleme ve demokratikleşme süreçleri yaşarken biz 1993 Temmuz’unda bu sorunların bir yürek yangınına dönüşmesini  arka arkaya yaşadığımız Sivas ve Başbağlar acıları ile yaşadık.

Arkasından gelen 28 Şubat despotizmi ile demokrasinin yeniden askıya alınması 20. yüzyılın en kıymetli on yılını kaybetmemize yol açtı.

Bu acılardaki dış güçlerin rollerini görelim, ama suçu sadece onların üzerine atarak bu acıların tekrar tekrar yaşanmasını engelleyemeyeceğimizi de bilelim.

Karın kaslarını güçlendirmemiş bir boksör rakibini oraya vurduğu  için  suçlayamaz. Bir ringe çıkmışsanız rakibinizin size acımayacağını bileceksiniz.

Yumuşak karnınızı göstermeyecek, aksine her darbeye dirençli hale getireceksiniz.

Bir tsunami yaklaşırken millet çadırımızın orta direğini, millet binamızın temelini güçlendirmeliyiz.

5 yıl önce bugün partimizin kuruluş töreninde bakın ne demişiz!

“Ülkeleri aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar; ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder. Son derece zengin bir kültür harmanını bünyesinde barındıran ülkemizde yaşayan her kültür, dil, inanç ve gelenek milletimizin ortak mirası olarak saygıdeğerdir.
Bütün kültürel kimliklerin kültürel miraslarını koruma ve kültürlerini geliştirme haklarını temel bir insan hakkı olarak görüyor ve devletçe desteklenmesini savunuyoruz.
Bu bağlamda tüm demokratik ve kalkınmış ülkelerde olduğu gibi, ana dilin eğitimde ve sosyal hayatta öğretilmesi ve kullanımı, vatandaşlarımızın bu vatana duydukları aidiyet bilincini güçlendirecek, toplumsal barış ve dayanışmamızı tahkim edecektir.
Bunu ayrıca uzun tarihi süreçlerde Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’daki akraba topluluklar ile aramıza girmiş kültürel bariyerleri aşmamızı sağlayacak stratejik bir unsur olarak değerlendiriyoruz.”

Sayın Bahçeli’nin “tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır.” demesini millet çadırımızın orta direğini güçlendiren bir yol açacağını düşündüğüm için son derece anlamlı ve değerli buldum. Geçmişte neler söylenmiş olduğuna bakmaksızın grubumuzda alkışlattım. Öte yandan DEM Eş Başkanı Sayın Bakırhan’ın “Bir yandan küreselde, diğer yandan Orta Doğu’da yaşanan gelişmelere bakıldığında etrafımızı saran ve yaklaşan büyük fırtına

görülmelidir. Hepimizi etkileme potansiyeli olan bu yangından nasıl kurtulabiliriz? İşte, siyaset bütün kurumlarıyla buna yoğunlaşmalı ve bir yol bulmalıdır. Bu yolu ortak bir akılla bulabiliriz. Bu fırtınadan devlet aklı, onarıcı ve adaletli bir geçiş dönemiyle çıkabilir. Bu, evrensel bir çözüm yoludur. Ya toplumsal birlikteliğimizi, demokrasi, hak ve özgürlükleri güçlendireceğiz ya da bu ateş çemberinin büyüyerek bize doğru gelmesini bekleyeceğiz.” tespitini de

“Bu ülke hepimizin ortak vatanıdır, bu ortak vatanda eşit ve özgür birer vatandaş olarak yaşayabilir, bütün halkların, inançların huzur ve barış içinde yaşayacağı bir yeni Türkiye’yi hep beraber kurabiliriz. Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları, soydaşlarıdır, bunlarla iyi ilişkiler kurulması uzun vadede bölge barışı için son derece önemlidir….Bulunduğumuz bölgede emperyalistlerin halkları birbirine kırdırma politikasına karşı Türk-Kürt ittifakını demokratik bir zemine çekerek barış ve kardeşlik projesini başlatmamız gerekir….Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil Türkler ile Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı”

şeklindeki önerisini de doğru yönde atılmış bir adım olarak gördüm ve arayarak tebrik ettim.

“Türkler ile Kürtler arasındaki bin yıllık birliktelik bir tesadüfün değil, ortak bir kader birliğinin sonucudur. Bu birliktelik, mecburiyetin değil gönüllü bir dayanışmanın ve tarihsel bir ittifakın ürünüdür. Bugün bu köklü bağların ışığında, dönemsel fırsatçılıkların ve paranoyaların ötesine geçerek geleceği birlikte kurgulamak zorundayız.” diyen Bakırhan da Ziya Gökalp’e atıfla “‘Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımlardan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.” diyen Bahçeli de haklıdır.

“Devletten beklentimiz, tüm vatandaşları ayrımsız kucaklayan, farklılığını kabul eden, demokratik ve kapsayıcı bir kerim devlet olmasıdır.” Diyen Bakırhan da

“Anlaşmazlıkların çözümü milli nitelikli kapsayıcı bir düşünce biçimi oluşturmaktan, sorunlara başka türlü bakmaktan, yapıcı, sahici, olgun ve ikna edici tavır almaktan geçmektedir.” Diyen Bahçeli de haklıdır.

Sayın Bakırhan’ın “1 Ekimden itibaren Sayın Bahçeli’nin başlattığı tartışmaları olumlu ve önemli gördüğümüzü belirttik, Bu konuda, Türkiye’nin barışı için elimiz açık. “Biz bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye varız.” demesi de Sayın Bahçeli’nin bu konuşmayı alkışlaması da doğrudur.

Bu gelişmelerden kimse rahatsız olmamalıdır!
Kimse kısır siyasi çıkar popülizmi yapmamalıdır!
Yetmişli yıllarda sağcı ve solcu gençler, doksanlı yıllarda Sivas’ta Sünnilerle Aleviler, faili meçhul kurbanı Kürtlerle şehit yakını Türkler, 28 Şubat’ta başörtüsü mağdurları ile onları hiç tanımadan mahkum eden ikna odası kurucuları konuşabilselerdi, nice ocaklar sönmez, nice ağıtlar yakılmaz, nice hayaller ve idealler karartılmazdı.
Bugün siyasetin uç noktalarının birbirini anlama çabası değerlidir. Yeter ki herkes söylem ile eylem arasında tutarlı bir çizgi içinde siyaset geliştirebilsin.
Bütün bu konularda Gelecek Partisi’nin ilkesi ve tutumu açıktır: Millet mayamızı karacak, millet çadırımızın orta direğini güçlendirecek her açıklamayı her girişimi destekleyeceğiz.
Yine Mevlana’nın deyişiyle “dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” diyerek geçmişte neler denmiş olduğuna değil, bugün neler dendiğine bakacağız!


Güçlendirilmesi gereken devletimizin kolonlarına gelince!
Önce adalet, adalet, adalet!
Devletin dini, evrendeki düzenin ilkesi olan adalet
Aristo der ki “adalette bütün erdemler birarada bulunur, adalet kendi amacını kendinde en çok taşıyan erdemdir” der!
Adalet “Elif Siyaseti” nin eğrilmeyen bükülmeyen ilkesidir!
Bakın Yusuf Has Hacib Kutad gu Bilig’de Çağatay Türkçesi ile ne der:
“Mening kılkım ol kör emitmez köni
Köni egri bolsa könilik köni”
Yani;
“Bak benim doğam da yana yatmaz
Eğer adil olan eğrilirse kıyamet kopar!”
Bakın Şeyhoğlu Mustafa Devletin Dini Adalettir ilkesini ne güzel anlatır 14 .yüzyıl Türkçesi ile
“Padişahlık baki olur küfr ile adl olıcak
Ve illa baki olmaz iman-ila zulm olıcak”
Yani “devlet adil olan bir kafir elinde baki olur, zalim bir mümin elinde baki olmaz”

Arkadaşlar!

Soralım kendimize ve neşteri vuralım acımadan kendi düzenlerimize!

Neden bir İskandinav ülkesinde vatandaşlar sabah uyandığında canından, malından, emin olabiliyor da Ortadoğu’da gücü her eline geçiren önce adaleti esir alıp devleti kendi zulmünün aracı yapıyor!

Suriye’deki işkencehaneleri, toplu mezarları görüp de hala Esad rejimini savunanlar ve bizi eleştirenler arasında ateist olduğunu iddia edenler de var, inançlı olduğunu iddia edenler de!

Milli bekadan bahsedenler samimilerse önce devletin adalet kolonunu tahkim edecekler!

Bugün ülkemizde adalete güven tarihin en düşük seviyelerine inmişse ülke bekasını tehdit edecek dış düşman aramayın, adaletsizlik devleti yok etmek için yeter!

FETÖ borsalarının kurulduğu, iktidara yakın belli avukatlık ofislerinde para karşılığı dava takip mekanizmalarının oluşturulduğu, yargı mensuplarının yolsuzluk iddialarıyla birbirlerini mahkemeye verdiği bir ülkede bu tablodan daha büyük bir sorun yoktur!

15 Temmuz hain darbe girişiminin baş mimarının kardeşinin Avrupa’nın en önemli ülkelerinden birine büyükelçi yapılıp  sıradan bir garip memurun yedi kat sülalesinin “sivil ölüme” mahkum edildiği bir ülkede kimse geleceğinden emin olamaz, devlet ile haksız adalet mağduru vatandaşlar arasındaki bağ kopar!

Adalet KHK düzeni ile değil, adil yargı mensuplarının vicdanında tecelli eder!

Küçük bir köyde 7 Yaşındaki Narin kızımızın katilinin aylarca tespit edilmemesi, benzer suçları işleme planları yapanları cesaretlendirmek demek değil midir?

Bakın yine büyük Osmanlı düşünürü Koçi bey ne diyor: “İslam topraklarında bir memlekette bir kimseye zerre kadar zulüm yapılsa ceza gününde hükümdarlardan sorulur… Zulüm görenlerin ahı hanedanları harap eder, dertlilerin gözyaşları dünyayı sulara boğup yok eder; Küfür ile dünya durur, zulüm ile durmaz”

Ahhh ki ne aahh! Osmanlı’yı hamaset ve subliminal mesajlar yüklü dizilerden değil de bu sahih kaynaklardan anlamış olsaydık bugün insan hakları, yargı bağımsızlığı, şeffaflık gibi adalet kriterlerinde  herhalde bu halde olmazdık!

Gelecek Partisi adına milletime en büyük vaadim, devletime en büyük teminatım: adalettir!

Bizim iktidarımızda kimse “hamili kart yakınımdır” diyerek savcı ve hakim kapılarında dolaşamayacak, kimse “ben kimim biliyor musun, yukarda tanıdıklarım var” diyerek iktidar mensuplarıyla çektirdiği resimlerle savcıları tehdit edemeyecek!

Bizim iktidarımızda Adalet Bakanlığı “Hapishane Yönetim Bakanlığına” dönüşmeyecek, dönüşemeyecek!

***

Devletin milletle ruhen buluştuğu vicdan kolonu ise Ahlaktır! Ahlaktır! Ahlaktır!

Bugün her alanda yaşanan ahlaki çöküş milletin mayasını bozan, devletin vicdanını yok eden en büyük tehlikedir.

Bugün bireysel ahlak alanımız da, aile yapısı başta olmak üzere sosyal ahlak alanımız da, kamu düzenini kuran siyaset devlet ahlakımız da büyük bir krizin içinden geçmektedir.

Yaşanan kötü örneklerle gençlerin dinden uzaklaştığı, dini kavramların içinin boşaltıldığı yüzleşmek zorunda olduğumuz bir gerçektir.

Bana hala gördüklerinde “hocam’’ diye hitap ederek konuşan değerleri AK Partili kardeşlerim,

Benim hakkımda trol çetelerinin uydurduklarına, siyasi makamı bir emanet olarak değil bir servet oluşturma  vasıtası gören çevrelerin iftiralarına kanarak eleştirebilirsiniz, hatta yolumu kesip hakaret de etmiş olabilirsiniz, en asli sünnet olan selamı kesmiş olabilirsiniz!

Ama ben size küsmüş, kırılmış değilim!

Sizin içinizden çıktım, hala manen sizin aranızdayım!

Evvelsi gün bir TV programında “AK parti’ye dönecek misiniz?” sorusuna ben “Yolsuzluklarla, yasaklarla ve yoksullukla mücadele diyen AK Parti’nin şahs-ı manevisinden hiç ayrılmadım ki, o şahs-ı manevinin değerlerini savunduğum için ihraç talebiyle disipline sevk edildim; AK Partili kardeşlerim o şahs-ı maneviye döndüğünde beni orada bulacaklar’’ dedim.

Beni bilirsiniz, bunu siyasi bir amaçla değil yüreğimden gelen bir feryatla söylüyorum!

Bilin ki o kurucu değerlere sahip çıktığınızda ve o şahs-ı maneviye döndüğünüzde beni ve arkadaşlarımı bir Elif gibi orada sizi bekler bulacaksınız!

Bana oy ve destek vermeniz peşinde de değilim, çünkü benim Elif siyasetim oy almaya değil gönül almaya dayalıdır. Oy, alınan gönlün sonucuysa değerlidir!

Benim hedefim kendi nefsim de dahil sizleri ve ortak camiamızı sarsmak ve samimi bir muhasebeye  sevk etmek ve yeni bir ihya hareketine davet etmektir. Bugün hepimiz aynaya bakıp şu soruyu sormak zorundayız: “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamber’in ümmeti olmak iddiası taşıyan bir topluluk olarak bizler gerçekten onun ahlakını bugün yaşıyor muyuz, yoksa dini vecibeleri alelacele kıldığımız namazlara, yılda bir kez zengin sofra iftarlarıyla ziyafet ayına

dönüştürdüğümüz Ramazan’da tuttuğumuz oruçlara, minimumunu hesaplayarak verdiğimiz zekatlara, bir turist gibi selfie çektirerek yaptığımız umre ve haclara mı indirgiyoruz?

Aile yapımız yok ediliyor diye feryat eden sivil toplum kuruluşları her gün reyting uğruna aile yapımızın bütün değerlerini yok eden sabah programları yayımlayan iktidar kanallarını protesto etmeyi düşündüler mi?

Ve siyasi ahlak, devlet ahlakımız ne halde?

Pandemi döneminde kurduğu şirketten başında bulunduğu bakanlığa dezenfektan satan, kara para aklayıcılarıyla  makamlarında boy boy resimlerle arz-ı endam eden bakanlar, siyasete girdikten sonra dar mahalle sokaklarından sarayvari vilallara taşınacak servetler edinen siyasetçiler, imar yolsuzlukları üzerinden bostanlara verdikleri inşaat izinleri ile büyük deprem felaketlerine yol açan müteahhitler, masum bebek bedenlerini alçakça servet kaynağı yapan yenidoğan çeteleri alnı secde görenlerin iktidarında yaşanmadı mı?

Bir yüzyılın ümit ve dava aşkını taşıdığını iddia eden iktidar yıllarının aynı zamanda kumar, bahis ve uyuşturucu çetelerinin zirve yaptığı, Kur Korumalı Mevduat adı altında faizin her haneye girdiği yıllar olmasını hiç sorgulamayacak mıyız?

Hepimizin sayın Cumhurbaşkanımıza ve emeği geçenlere minnet ve teşekkür ifade etiğimiz Ayasofya’nın ibadeti açılması bu acı gerçekleri görmemiz engelleyebilir mi?

Ne olur, bütün samimiyetimizle soralım kendimize!

Benim AK Parti’den koparılış sürecinin odağını oluşturan “Siyasi Ahlak Yasası” ve bağlantılı imar, ihale, şeffaflık gibi yaslar geçmiş ve uygulanmış olsaydı siyasette bu ahlaki çöküş yaşanır mıydı?

Bugün muhalefetin elindeki belediyelerde de benzer çürüme ve yozlaşma süreçlerinin yaşanıyor olması ahlaki çöküş felaketinin bir siyasi partiye ve kanada has değil, her düzeydeki iktidar olgusuna has olduğunu ve kanser gibi yayıldığını ortaya koymaktadır.

Başta yolsuzluklarla mücadele şiarıyla birlikte yola çıktığımız ve bir çok ateş çemberinden birlikte geçtiğimiz AK Partili kardeşlerim olmak üzere bütün siyasetçilere bir “Ahlak Devrimi” gerçekleştirme çağrısında bulunuyorum.

Bunu yapamadığımız takdirde, toplumda zaten büyük değer kaybına uğrayan siyaset  kurumunun ve siyasetçi kimliğinin itibarını tümüyle kaybetmesi seçimleri anlamsızlaştırır, siyasete güveni yok ederek demokrasimizi tümüyle zaafa uğratır. 

Jeopolitik depremlerin oluşturduğu fırtınalarda  binamızın güçlendirilmesi gereken en önemli kolonlarından bir diğeri de ekonominin yapısal sağlamlığı ve halkın geçim düzeyidir. 

Bir dönem en güçlü kolonlarımızdan biri olan ekonomi bugün maalesef son derece kırılgan bir haldedir.

Şu anda TBMM’nde bütçe görüşmeleri yapılıyor. Bütçe, ekonominin tomografisini ortaya koyan en önemli parametrelerden biridir.

Böylesi kritik süreçlerde bir bütçede beş ana unsurdan oluşur:

Bir mali disiplin,

İki finansal sürdürülebilirlik,

Üç tarım, sanayi ve enerji üretiminde artış

Dört yapısal dönüşümler,

Beş külfet ve gelir paylaşımında adalet

Maalesef bugün bu beş unsurda da ekonomimizin ortaya çıkabilecek fırtınalara direnci son derece zayıf görünmektedir.

2025 bütçesinde öngörülen bütçe açığı 2 trilyon 148.5 milyar TL

2016’da bütçe açığı sadece 29.9 milyar TL idi.

Ve en geç 2018’de denk bütçeye ulaşacağımızı uluslararası kuruluşlar da teyit ediyordu.

Yani 2025 bütçe açığı 2016’nın tam  70 katı

Nereden ve nasıl kapatacağız bu açığı?

2025 bütçesinde faiz harcamaları 1 trilyon 950 milyar TL

2016’da faiz harcamaları sadece 50 milyar TL idi ve 2015 bütçesine göre düşüş trendine girmişti.

Yani 2025 bütçesinde faiz harcamaları 2016’nın tam kırk katı.

Özetle halktan verginin toplandığı ve rantiyeye aktarıldığı bir ekonomik düzen!

Bütçe açığını kapatmak için halkın belini ve bileğini bükerek toplanan vergiler ancak ve ancak artarak katlanan faiz artışlarına gidiyor.

Örnek mi?

2024’de çıkarılan tasarruf paketinde toplanan 100 milyar TL aynı dönemdeki 95 milyarlık ek faiz ödemelerine gitti.

Özetle mali disiplin adı altında halk ağır vergilerle ezilerek disiplinize edilirken rantiye sınıfı disiplinsiz bir şekilde semirdikçe semiriyor.

Bu açık yeni vergilerle değil dört ana kalemi devlet ciddiyetiyle uygulamakla kapatılır:

  • İsrafı tepeden başlayarak aşağıya doğru yok edecek gerçek bir tasarruf paketi,
  • Hazinenin kaynaklarını sömüren yolsuzlukların engellenmesi,
  • Yanlış ekonomik politikalarla millet kaynaklarını şahsi kaynaklara dönüştürmüş rantiyenin vergilendirilmesi,
  • Üretim ve verimliliği artıracak gerçek ve kapsamlı yapısal dönüşüm,

Üretim demişken tarım ve sanayi üretimindeki daralma tam bir milli beka sorunu haline dönüşmüş durumdadır.

Halkını besleyecek gıdayı üretemeyen, sanayi çarklarını döndüremeyen bir ülkenin olağanüstü şartlarda direnme kapasitesi daralır, devlet binasının şoklara direnci zayıflar.

Yanlış tarım politikaları ile ekilen araziler azalmış, ortalama çiftçi yaşı 58’e kadar çıkmışsa alarm zilleri çalıyor demektir.

2015’te başlattığımız tarımda gerçek bir devrime öncülük edecek TARBİL projesinin bizden sonra rafa kaldırılmasının bedelleri ağır olmuştur. İktidarımızda tarımı en stratejik sektör ilan edecek ve gerçek bir tarımsal üretim devrimini hayata geçireceğiz.

Sanayi üretimindeki tablonun en önemli göstergesi olan PMI endeksinin son sekiz aydaki eşik değerinin sürekli 50.0’nin altında kalması kalıcı resesyon göstergesidir. 

Alınan bütün tedbirlere ve sıkı para politikasına rağmen enflasyonun TÜİK’de %47.09, ENAG’da %86.76, İTO’da %57.9 düzeyinde olması halkın her geçen gün yoksullaşması anlamına gelmektedir.

Bu şartlar altında asgari ücretin hala açlık sınırında kalması olağanüstü şartlarda sosyal patlama riski taşıyan bir faktördür.

Son günlerde dile getirlen asgari ücretin 2025’de beklenen enflasyona ayarlanması düşüncesi ise vahim bir hatanın ötesinde gerçek bir zulümdür.

 Yoksullukla mücadele sloganı temelinde birlikte siyaset yaptığımız iktidardakia arkaşlarıma sesleniyorum. Artık sorun halk için yoksullukla değil açlıkla mücadele düzeyine dönüşmüştür.

Halkı eğer enflasyon karşısında ezdirmeme niyetiniz varsa önce 1 Ocak 2024’deki 17.002 TL olan asgari ücretin bugünkü enflasyon ile karşılığının 11.520 TL olduğuna göre hareket edin. Daha sonra bunu 2024 enflasyon beklentiniz olan %44 artırdığınızda 24.482 TL olur.

Sonra enflasyon etkisinden arındırılmış bu rakamı 2025 enflasyon beklentiniz olan %21 artırsanız bile ulaşacağınız rakam 29622 TL olur. Bunun altında vereceğiniz her rakam kendi tezlerinze aykırı düşer.

Bizim hesaplamalarımıza göre ise 2025 enflasyonunun %30 civarında olması halinde asgari ücretin 33.000 TL’sının altında olmaması lazım.

Bu asgari ücretin esnafa ve işverene yük oluşturmaması için de esnaf ve işverenlerin SGK prim yükü azaltılmalıdır.

Öte yandan en kırılgan kesimi oluşturan emekliler ise açlık düzeyinin altında yaşamaktadır. Bugün 4 milyon emekli 12.500 TL, takriben 12 milyon emekli 15.000 TL altında bir maaşla hayat mücadelesi vermektedir.

Nereden bakarsanız bakın, halkın olabilecek jeopolitik depremlere bireysel direnç gücü çok zayıftır.

Gittikçe derinleşen gelir adaletsizliğini giderecek radikal tedbirler alma vaktidir. Bubağlamda partimiz mutfağında sosyal yardımların gelir adaletsizliğini giderecek şekilde genişletilmesi temelinde yeniden yapılandırılması ile ilgili kapsamlı bir çalışma yapmaktayız.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Tarih en büyük hakimdir. Zamanını bekler ve hükmünü en kalıcı ve açık bir şekilde verir. Yıllardır bütün uluslararası camiada Türkiye’nin milli stratejik doktrini olarak görülen stratejik derinlik kavramı üzerinden bizi eleştirenler bugün Şam’a kadar uzanan stratejik etkinliğimize övgü sırasına girdiler.  13 yıldır Emevi Camiinde namaz kılmayı alay konusu yapanlar şimdi oradan yaptıkları yayınlarla hamaset nutukları atıyorlar.

Stratejik Derinlik tezimin temelini dokuyan tarih ve mekan bilincimi bugün de savunuyorum.

Ve diyorum ki jeopolitik fay hatları kırılmaya başladığında Türkiye’nin güneydeki güvenlik kuşağı Süleymaniye- Kerkük- Erbil-Musul-Deyrizur-Rakka-Halep-İdlip-Lazkiye hattından başlar.

Etkileme ve etkilenme hattı ise Tuna boylarından Kafkas Dağlarına, Hazar’dan Kaşgar’a, Körfez’den Afrika Boynuzuna, Kızıldeniz’den Doğu Akdeniz’e uzanır.

Bu yayılmacı be maceracı bir politika değildir. Bu hatlar bu üzerindeki dost ve kardeş halklarla ortak kader ve ortak gelecek kurma çabasıdır. Sadece jeopolitik değil ekonomik ve kültürel etkileşim kuşağıdır.

Biz doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen Elif Siyasetinin öncüleriyiz. İktidarın Gazze soykırımı sürerken İsrail’e ticareti devam ettirmesin eleştirirken yanlışa yanlış diyorduk. İşte şimdi de doğruya doğru diyoruz. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzer Dışişleri Bakanımız, Savunma Bakanımız ve MİT başkanımız Suriye’deki son gelişmelerde doğru bir söylem ve eylem çizgisi takip etmişlerdir. Milletim ve mazlum Suriye halkı adına kendilerine teşekkürü tarihi bir borç olarak görüyorum.

Bu bağlamda Suriye’nin istikara ve barışa kavuşması için dokuz maddeden oluşan bir geçiş süreci eylem planını yeni yönetimin Başbakanı Sayın Muhammed El-Beşir’e ilettim:

1.           Kamu düzeni ve güvenlik:

2.           Kapsamlı bir ulusal uzlaşı süreci:

3.           Sivil Siyasal geçiş süreci:

4.           Geçiş Adaletinin Tesisi:

5.           Devlet kurumlarının etkin bir şekilde işletilmesi ve yeniden yapılandırılması:

6.           Yeni Anayasa Yazım Süreci:

7.           Ekonomik Rehabilitasyon Süreci:

8.           Yerinden ve yurdundan edilen mazlum Suriyelerin evlerine dönüşleri:

9.           Bölgeye ve dünyaya açık yeni bir dış politika:

ayaklarından oluşan detaylandırılmış bu eylem planın Türkiye’nin bu alanda yapabileceği katkıları da ihtiva edecek şekilde Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Sayın Bahçeli’ye ilettim. Daha önce Irak gözlemlerim bağlamında ilettiğim mektuplara verdikleri cevaplar ve mesajlar için de teşekkür ederim.

Gün ortak aklı ve tecrübeyi aynı devlet havuzuna aktarma günüdür.

Ana muhalefet partisi liderinin Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmesini normalleşme olarak alkışlayanların bizim Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bahçeli ile mektup teatimiz üzerinden istişarede bulunmamızı yadırgamaları iki yüzlü bir yaklaşım olmak yanında, içinden geçmekte olduğumuz sürecin ciddiyetini kavrayamamaktır.

Milletimiz ve devletimiz yaklaşan bir fırtınanın tehlikesi karşısındayken devlet ve siyaset adamlarının geçmiş ihtilaflar üzerinden küslük sergilemesi, diyaloglardan kaçınması bencillik ve nefse teslimiyettir. Kendi nefsine karşı da dimdik durabilmeyi savunan Elif siyasetimizin bir gereği olarak herkesle görüşmeye, elimizi uzatmaya, gönlümüzü açmaya hazırız.

Yeter ki milletimiz cefa devletimiz zaaf görmesin,

Zor günlerde elif gibi dimdik duran değerli dava arkadaşlarım,

Tarih bizi doğrulamış, millet vicdanı bizi anlamıştır.

Bizim hasımlarımız bile artık hakkımızı teslim etmek zorunda kalmaktadır.

Siyasette dik yokuş tırmandığımız günlerin sonu yakındır.

Bu olağanüstü şartlar milletimiz için de bizim içinde büyük imkan ve fırsatlar da sunmaktadır.

Elif gibi dik bir duruş, bilgiye dayalı hikmetli bir siyaset, etkili bir söylem ve ahlaki bir eylem ile Güçlü Türkiye’yi hedefine koşmalıyız.

Bugün temel siyasi sorumluluğumuz milletimizin önüne özgürlükçü-demokrat-muhafazakar-vatanperver-milli- ahlaki bir alternatifi koymaktır.

Bu çabada bizimle birlikte kararlı ve güçlü bir siyasi irade sergileyen bütün partilerle işbirliği yapmaya ve ittifak kurmaya hazırız.

Aziz Milletim!

Emin olunuz! 

Özgürlükçü-demokrat-muhafazakar-vatanperver-milli ve ahlaki siyasetin öncüsü Gelecek kadroları buradadır.

Aziz Başkentimizde ve ülkemizin her bir köşesinde Güçlü Türkiye için vazife başındadır.

Başımız elif gibi dik bir şekilde engelleri aşa aşa geliyoruz.

Allah ayaklarımızı sabit, ufkumuzu açık, doğrultumuzu sırat-ı müstakim eylesin!

Allah yar ve yardımcımız olsun!


Haberi Paylaş: https://katrehaber.com/?p=2668

Dünya, Ekonomi, Genel, Gündem, Siyaset, Türkiye, Video Galeri